Öteki Dünya: Kapadokya
Diğer yazılarımdan gözü kör bir Türkiye aşığı olmadığımı belki de biliyorsunuzdur. Türkiye’nin denizlerini seviyorum ancak kumsal deneyiminin, talep edilen ücretlerin ve çalan müziğin denizin tüm güzelliğini unutturabildiğini düşünüyorum (Kaş’ı ayrı tutabiliriz belki tabi). İstanbul’un öneminin farkındayım ama şehircilik anlayışında bu kadar geride kaldığı için çok eleştiriyorum. Konu Kapadokya’ya geldiğinde ise – tüm bu objektif olmaya çalışan bakış açısını kenara bırakıp – inanılmaz bir fanatizme bürünüyorum. Kapadokya’nın Dünya’da eşi benzeri olmadığını ve kendi ülkemizde olduğu için inanılmaz şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Biraz beni zorlasanız Kapadokya özelinde o ünlü “ah asıl bizim ülkemizde neler var ama işte insanlar yine de hep yurtdışına seyahat ediyor” lafını bile söyleyebilirim! 2000 ortalarına kadar Türklerden ziyade yabancıların ziyaret ettiği Kapadokya benim için Türkiye’nin en özel ve güzel bölgesi. Coğrafi ve jeolojik koşullar sayesinde (her ne kadar sınırlar yine de zorlansa da) kötü yapılaşmaya belirli bir ölçüde direnebildiği için, her daim aynı özel konumunu koruyabileceğini ümid ediyorum. Son dönemde bölgeye özellikle yerli turist tarafından gösterilen ilgiyle İstanbul mekanları da Kapadokya’nın muhtelif bölgelerinde otel ve restoran açmaya başladı. Bu mekanların kimisi bölgenin özelliklerine saygı göstermekle birlikte, bir kısmı ise maalesef bölge özelliklerini göz ardı ederek büyüme ve yapısal anlamda yayılma eğilimiyle bölge dokusu ve ruhuna acaba zarar verirler mi sorusunu uyandırıyor. Umarım ki korkularım gerçekleşmez. Yazının başında Kapadokya fanatiği olduğumu zaten itiraf etmiştim – o zaman devamını da rahat rahat getirebilirim. Kapadokya Türkiye turizminde hizmet kalitesi anlamında çok uzun yıllardır çıtayı zaten çok üstte tutan bir bölge – bu anlamda da İstanbul işletmelerinin alışılagelmişin aksine Kapadokya’ya kendi hizmet anlayışlarını yansıtmaktan ziyade, orada zaten yerleşmiş olan anlayışa ayak uydurmaları fazlasıyla yeterli olur.
Gençlik Başımda Duman
Kapadokya’ya on seferden fazla gitmiş olmam bu yazıyı yazarken işimi – önceden öngördüğümün aksine – maalesef hiç de kolaylaştırmadı. Kafamda çok fazla anı, çok fazla sahne ve çok fazla bölge var – sadece bir kere ziyaret etmiş olduğum yerlerin aksine tek bir his ve hikaye üzerinden ilerleyemedim bu sefer. O nedenle de bu yazı için hafızamı biraz zorlayıp 17 sene öncesine Kapadokya’ya üçüncü ama en uzun gidişime döndüm ilk önce. O seyahatimde Kapadokya vadilerinde attığım her adımda Uzay’da yürüyorum gibi hissetmiştim (o zaman tabi 19 yaşındaydım – Uzay hissi şimdi ki kadar zor gelmiyordu o yaşlarda). Amerikalı iki arkadaşımla gerçekleştirdiğim bu uzun Kapadokya seyahatinde kendi ülkemi yabancıların gözünden görebilmeyi ve alışkanlık nedeniyle duyarsızlaşabildiğimiz bazı güzellikleri tekrar takdir edebilmeyi biraz da olsa öğrendiğimi anımsıyorum. O zaman kaldığımız Göreme’de o kadar fazla yabancı vardı ki, ben Türk olarak kendimi yabancı hissetmiştim. Göreme hem içerisinde birçok kilise barındıran Göreme Açık Hava Müzesine ev sahipliği yapması hem de bölgenin peri bacalarının en yoğunlaştığı bölgesi olması – ama daha da önemlisi otellere ek olarak birçok hostel de barındırması nedeniyle – halen özellikle sırt çantalı gezginlerin en çok tercih ettiği Kapadokya kasabası. Göreme’ye hiç gitmediyseniz dahi, kendisini biraz daha karanlık yüzüyle Olgun Şimşek’in oynadığı ünlü Uğur Yücel filmi Yazı Tura’dan hatırlayabilirsiniz. Olgun Şimşek’in oynadığı karakterin hikayesi Göreme’de geçiyordu.
Kapadokya’nın Bölgeleri
Kapadokya çoğumuzun bildiği üzere hem jeolojik hem de uygarlık tarihi açısından oldukça önemli olan ve halen korunabilmiş birçok oluşum/yapı barındıran ve Türkiye’nin tam ortasında – kaba hatlarıyla da Nevşehir, Aksaray ve Kayseri arasındaki üçgende – konuşlanmış bir bölge. Göreceli olarak geniş bir alana yayıldığı için konaklama için seçtiğiniz kasaba da büyük ölçüde Kapadokya deneyiminizi yönlendiriyor. Bölgenin en büyük yerleşim yeri Ürgüp barındırdığı sayısız ve her bütçeye uygun otel ve restoran seçenekleriyle daha fazla seçenek arayanlar için ideal bir bölgeyken, peri bacalarının ortasında kalmak isteyenlerin tercihi ise daha ziyade Göreme oluyor. Kapadokya’nın çok sevdiğim ve 30 yaş doğumgünümü de kutladığım restoranlarından Ziggy hemen Ürgüp girişinde yer alıyor. Yine Ürgüp’ün eski mahallesi olarak adlandırılan giriş kısmında Kapadokya’nın en iyi işletilen otelleri arasında olan (not: Yunak Otel yakın zamanda el değiştirdi ve el değiştirdikten sonra tekrar ziyaret fırsatım olmadı) Esbelli ve Yunak da yer almakta. Göreme ise bence Kapadokya’nın yabancılar tarafından bu denli ilgi çekmesine katkıda bulunan ve Lonely Planet rehberlerinin de baş tacı otellerinden birisi diyebileceğimiz Kelebek Otele ev sahipliği yapıyor. Benim de daha önce üç kere kaldığım bu otel her zaman için güvenilir bir seçenek. Çok severek takip ettiğim ABD’li seyahat dergisi AFAR’da da dergi çalışanlarının en sevdikleri oteller arasında listelendi yaklaşık bir iki hafta önce. Yıllardır Göreme’nin Uçhisar tarafından girişinde aynı garsonlarla ev sahipliği yapan ve her sezon her gün açık olan Orient Restoran da bir şekilde her Kapadokya seyahatimde kendimi bulduğum duraklardan.
Kapadokya’nın En Sevdiğim Kasabası: Uçhisar
Kapadokya’da benim en sevdiğim kasaba ise tepede konuşlanmış olması sayesinde sunduğu eşsiz manzaralar ve bölgenin en sakin yeri olması nedeniyle Uçhisar. Uçhisar’ı da belki Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filminden anımsarsınız – Haluk Bilgiler’in karakterinin işlettiği otel Uçhisar’daydı. Göreme’den arabayla 5-6 dakikada ulaşabileceğiniz Uçhisar bünyesinde daha az restoran ve kafe seçeneği barındırıyor olsa da, bu sınırlı sayıdaki restoranlardan birisi hem atmosfer hem de konum açısından Kapadokya’nın en sevdiğim restoranlardan birisi Elai Restoran. Yukarıda yer alan Erciyes önündeki balonlu fotoğrafı yaklaşık altı yıl önce bu bir Aralık günü bu restoranın balkonundan çekmiştim. Kapadokya’ya son seyahatimde (yaklaşık iki hafta önce yılbaşı için annem ve babamla gittim) bu sefer Uçhisar’da Les Maisons de Cappadoceda konakladık. Elai Restoran’ın sahipleri tarafından işletilen bu Uçhisar oteli her sayıda gruba uygun ayrı Kapadokya evlerinden oluşuyor. Evlerin çoğunun kendi mutfağı da olduğu için uzun süreli konaklamalar için de iyi bir seçenek. Otel işletmecileri ve çalışanlarının Kapadokya bölgesine hakimiyeti de sizi oldukça rahat hissettiriyor. Özellikle 6-7 kişilik gruplar halinde seyahat ediyorsanız çoğunun ayrı bahçesi de olan bu evler, eşsiz manzaralarıyla da değerlendirebileceğiniz bir alternatif. Bu sefer kışın konakladığımız bu otele, bir de vadi manzaralı bahçe keyfini yaşayabilmek için baharda veya yazın gitmek isterim.
Üç Ana Tema: Şarap, Yürüyüş, Su
Kapadokya’ya kışın giderseniz benim en sevdiğim aktivite manzaralı bir otel veya restorana yerleşip şarap içerek, her kadehte artan tonda “burası ne kadar güzel bir yer” demek. Yazın ise elinizde yoğun sıcak nedeniyle şarap yerine su eşliğinde vadi yürüyüşleri yapmanızı öneririm – 19 yaşına mahsus uzay hissini yaşınıza bağlı olarak o kadar yoğun hissetmeyebilirsiniz ama yine de inanılmaz bir deneyim. Yine scooter kiralamak suretiyle (bu sefer elde su bile yok) Kapadokya kasabaları arasında gezebilir ve ana yoldan çıkıp daha da az bilinen kimi kiliseleri etrafınızda kimse yokken (bazıları çok karanlık olduğu için) biraz da korkarak ziyaret edebilirsiniz. Kış aylarında kalkış garantisi verilememekle birlikte, yazın hemen hemen her sabah kalkan balonlarla Kapadokya’yı gün batımında tepeden görmek de bölge coğrafyasını daha iyi anlamanıza ve tekrar tekrar hayranlık duymanıza yardımcı olacaktır.