Kuzey Işıklarını Görmek veya Görmemek

“Daha önce hiç Kuzey Işıkları’nı gördün mü?” – ne zaman İskandinavya’dan bahsetsem duyduğum ilk soru. Yakın zamana kadar bu soruya cevabım “hayır” dı. Açıkçası daha önce hiçbir İskandinavya seyahatimde Kuzey Işıklarının peşine de düşmemiştim. Bu seyahatlerimin çoğu Kuzey Işıkları mevsimi içinde dahi değildi. Mevsimsel olarak en yaklaştığım seyahat dört yıl önce Kuzey Işıkları sezonunun genelde sonu kabul edilen Nisan başında gerçekleştirdiğim İzlanda seyahatiydi. Kaldığım otelde çok tatlı bir İngiliz çiftle arkadaş olmuştum. Her gece farklı bir Kuzey Işıkları turuna katılıp, kahvaltı vakti otele dönüp, üzgün bir şekilde “bu gece de göremedik” demelerini anımsıyorum. İzlanda’ya kadar gelip, tüm soğuğa ve gittikçe azalan görme şansına rağmen her gece Kuzey Işıklarının peşine düşmekten kendilerini alamıyorlardı. Benim Kuzey Işıklarına karşı kayıtsız kalışımı ise biraz garipsediklerini hissetmiştim. Aslında Kuzey Işıklarına karşı kayıtsız değildim. Daha ziyade İzlanda’yı “Kuzey Işıkları” ile özdeşleştirip, sonrasında ise Kuzey Işıklarını göremememin getireceği hayal kırıklığının İzlanda seyahatinin bütününe etki etmesinden çekiniyordum. İzlanda seyahatimde hissettiğim bu duygu her seyahatim açısından geçerli (Kuzey Işıklarına atfedilen bu önem konuyu biraz daha dramatik kılıyor tabi). Bu nedenle de seyahatlerden önceden beklentilerimi kontrol altında tutmaya çalışıp, belirli deneyimlere yönelik olarak şartlanmamaya çalışıyorum.

Hiç Kuzey Işıklarını gördüm mü?

Geçtiğimiz Şubat ayında on bir günlük bir Norveç seyahatine çıktım. Seyahatin ilk üç gününde yakın arkadaşlarımla Norveç’in kuzeyinde küçük ve çok güzel bir şehir olan Tromso‘da kaldık. Her ne kadar sıklıkla aramızda “Kuzey Işıkları” konuşması geçse de, hemen takibinde birbirimize Kuzey Işıklarını görmeme ihtimalimizin de olduğu ve yine de bu seyahatin çok iyi bir fikir olduğunu anımsattık. Daha çıktığımız ilk gece turunda Kuzey Işıklarını görünce, turdan Kuzey Işıklarını görmeden geri dönseydik ne hissederdik test edemedik. Siz ama yine de çok şanslı olduğum düşünmekte acele etmeyin – ben o hissi kısmen de olsa deneyimledim.

Arkadaşlarım İstanbul’a döndükten sonra gezinin kalan sekiz günü içinse planım bence Dünya’nın en güzel yeri olan Lofoten Adalarında tek başıma bir kulübede konaklamaktı. Lofoten’e bu üçüncü seyahatimdeki amacım diğer seyahatlerime oranla daha uzun bir süre adada konaklamak, eşsiz kış doğası eşliğinde adayı dolaşabilmek ve farklı ışık koşulları altında fotoğraflamaktı. Kuzey Işıklarından bahsettiğimize göre not etmeliyim ki, daha önce hep yaz mevsiminde gittiğim Lofoten Adaları Dünya’da Kuzey Işıklarını en güzel manzaralar eşliğinde görebileceğiniz yerler alasında listeleniyor. Kuzey Işıklarının kendisini görmek de başlı başına çok güzel bir deneyim ancak ışıkları ne tür bir doğa ortamında gördüğünüz de deneyimin güzelliğine etki edebiliyor. Haliyle – yukarıdaki fotoğrafta da olduğu gibi -ışıkları nispeten daha düz bir doğa eşliğinde görmekle, Lofoten‘de aşağıdaki fotoğraftaki manzarada görmek arasında muhakkak ki bir fark vardır.

Lofoten Adaları ve Kuzey Işıkları

Hikayenin daha dramatik kısmı ise şimdi başlıyor – Tromso’da daha ilk gecede ışıkları görebilecek kadar şanslı olabilirim ama sevgili “Lady Aurora” Lofoten’de kaldığım yedi gecenin hiçbirisinde bana yüzünü göstermedi. Buna ek olarak, Şubat ayının kış fotoğrafları için Lofoten’deki en ideal dönemlerden birisi olduğu söylense de, benim kaldığım hafta hava durumu fotoğraf için ideal ortam yaratmaktan çoğu zaman çok uzaktı. Her ne kadar Lofoten tepelerini kısmen de olsa karlarla kaplı şekilde görebilmiş olsam da, bazı günler sadece yağmur ve gri bir gökyüzü vardı. Güneş oldukça nadiren kendisini gösterdi ve Lofoten bütünüyle karlarla kaplı o eşsiz görüntüsüne neredeyse bana inat adaya veda günümde kavuştu. Kısacası Lofoten Adaları hava durumu açısından bu son seyahatimde bana çok iyi davranmadı. Peki hayal kırıklığına uğradım mı? Bu soruya cevabım içten bir şekilde “hayır”. Lofoten’den yine de kendim için eşsiz anılarla döndüm – konakladığım kulübeyi sanki adada yaşıyormuşum gibi benimsedim, kendi yemeğimi pişirdim, her sabah çok erken saatlerde yürüyüşe çıktım, görsel olarak neredeyse güneşli anlar kadar etkileyici olan fırtına anlarını fotoğraflamaya çalıştım ve adanın diğer bölgelerini gezdim ve inanın Lady Aurora’ya hiç gönül koymadım.

İskandinavya kışları

Unutmadan – size kendi çıplak gözlerinizle Kuzey Işıklarını fotoğraf makinenizle gördüğünüz netlikte göremediğinizi söylemiş miydim? Yukarıdaki ilk fotoğraf benim kendi gözlerimle de bu kadar net görebildiğim bir anı değil, Kuzey Işıklarını fotoğraf makinamın (Canon 5D Mark II) nasıl gördüğünü yansıtıyor. Kendi gözlerinizle de yayvan bir bulut halini alan oluşum ve renkleri görebiliyorsunuz ama asla fotoğraf makinasında gördüğünüz kadar belirgin şekilde değil. Yukarıdaki fırtına ve mavi sabah görüntüleri ise hemen hemen benim de kendi gözlerimle gördüğüm görüntülere eş. Herşeye rağmen Kuzey Işıkları harika bir deneyim ama inanın kış mevsiminde İskandinavya’da olmak Kuzey Işıklarından da daha özel ve güzel bir deneyim. Eğer Kuzey Işıklarını görmüş olmak size – son dönemde biraz hissedildiği gibi – önemli bir seyahat madalyası almış olmak hissini verecekse, inanın İskandinavya’nın uzak köşelerini kış aylarında deneyimlemek üzerinizde madalyalar ötesi bir iz bırakacak.