Murakami`nin Hokkaido’su

Siz de bir Harukist misiniz? Eğer siz de bir Haruki Murakami hayranı – diğer ifadeyle Harukistseniz – Japonya’nın en kuzey adası Hokkaido’nun kuzeyinde Bifuka kasabasında toplanıp, Stockholm’den yapılan canlı Nobel edebiyat ödülü duyurusunu ödülü Murakami’nin alacağı beklentisiyle birlikte izleyen hayranlarını duymuşsunuzdur. Henüz bu beklenti gerçekleşmese de, tahminimce kimsenin bu ritüelden şikayeti yoktur. Japonya’nın daha az bilinen ama bence Dünya’nın en güzel doğalarından birisine sahip en büyük adası Hokkaido kışın bütünüyle karlar altına gizlenerek zarif ama erişilmez bir havaya bürünüyor. İşte bu nedenle de Hokkaido Murakami’nin ilk ün yaptığı kitaplarından olan Yaban Koyununun İzinde (Wild Sheep Chase) kitabının da kahramanları arasında. Her ne kadar kitapta kahramanımız olan eski bir reklam şirketi yöneticisinin bir koyunu aramak için seyahat ettiği Hokkaido’nun hayali Junitaki kasabasından bahsedilse de, Murakami hayranları bu kasaba tasvirini gerçekte var olan Bifuka kasabasıyla eşleştirip Nobel duyurusu için her sene Bifuka’da bulunan bir koyun çiftliğinde toplanıyorlar.

Yaban Koyununun İzinde

Ben de Murakami kitapları ile yıllarca önce ilk Japonya seyahatim esnasında tanıştığımda kendimce bir oyun oynuyorum. Murakami’nin kitapları ağırlıkla Tokyo’da geçse de, her zaman için daha çok sevdiğim Kyoto’yu Tokyo gibi hayal edip, yolda barlarda restoranlarda gördüğüm insanlarla kahramanları eşleştiriyorum. Sıra Yaban Koyununun İzinde’ye geldiğinde ve hikaye de Hokkaido’ya uzandığındaysa işim zorlaşıyor.  Murakami’nin anlattığına göre Hokkaido ıssız ve doğanın hakim olduğu bir yer. Kyoto üzerinden bu oyunu sürdürmem artık imkansız. İşte Hokkaido daha sonra peş peşe iki kez kışın seyahat etmek üzere o zaman aklıma giriyor. Murakami’den esinlenmiş olsam da hedefim hayali kasaba Junitaki veya gerçekteki iz düşümü Bifuka değil. Issızlığıyla ünlü Hokkaido doğasını en iyi deneyimleyebileceğim kasabanın peşindeyim. Ben de kitaptaki kahramanlar gibi Tokyo’dan Hokkaido’nun baş şehri Sapporo’ya uçuyorum. Yine kahramanlarımız gibi Sapporo’dan trene binip, daha da ıssız bir Hokkaido için gece yarısı Asahikawa’ya varıyorum. Hokkaido’nun ıssızlığına o kadar ikna olmuşum ki, Dünya’nın en güvenli ülkesinde olsam da biraz içim ürperiyor. Daha trende telaşlanmaya başlıyorum otele nasıl gideceğim bu saatte diye. Yolda geçtiğimiz tüm istasyonlar ıssız ve aralıksız şekilde kar yağıyor. İki saat sonra Dünya’nın en boş ama en modern tren istasyonunda iniyorum ve taksiyle iki dakika sonra otelimdeyim. Gerçekten de aradığımdan değil ama Yaban Koyunun İzindeki`nin mistik oteli Dolphin Hotel’i Asahikawa’da kaldığım Asahikawa Grand Hotel’de buluyorum. Otelin upuzun ama bomboş koridorları mistik deneyimlere oldukça elverişli duruyor. İsim ortaklığına ek olarak, eskimiş olmasına rağmen halen heybetli duruşuyla bu otel bana biraz da Grand Budapest Hotel’i anımsatıyor. Burada uzun kalsam hem Murakami hem de Wes Anderson hikayeleriyle, bu otel üzerinden bir çok hayal oyununa dalabilirim.

Benim Bifukam: Biei

Ertesi sabah ise erkenden kısa bir tren yolculuğu daha beni bekliyor. Sonunda aradığım o tamamen ıssız Hokkaido için karlar ve hayalet ağaçlar ülkesi diyebileceğim Biei’ye varıyorum. Hayatımda gördüğüm şüphesiz en yapayalnız ama en etkileyici doğalardan birisine sahip Biei. Halen kendimi Harukist saymasam da, Murakami’ye beni bu eşsiz bölgeye yönlendirdiği için içimden teşekkür ediyorum. Daha ilk anda bir sonraki sene de kendimi aynı zamanlarda Biei’de bulacağımı biliyorum. Murakami Nobel ödülünü alır mı almaz mı bilinmez ama eminim hayranları Bifuka ritüelini daha uzun süre devam ettirecektir, benim de Biei ritüelini devam ettireceğim gibi.

Not: Her ne kadar Murakami hikayelerinde Hokkaido’dan bahsetse ve bu daha az bilinen adanın popülaritesine katkısı olsa da, en son hikayelerinden olan “Drive My Car” da Hokkaido’nun kuzeyindeki Nakatonbentsu kasabası sakinlerini arabadan izmaritlerini atan insanlar olarak betimlediği için biraz tepki çekti ve kasaba halkından özür diledi.