Svalbard’ın varlığından ilk olarak yaklaşık olarak on yıl kadar önce haberdar oldum. İlginç şekilde Svalbard’ı duymama vesile olan sohbet ağırlıklı olarak Svalbard’da yaşayan insanların ne kadar kaba olduğu konusuna yoğunlaşmıştı. O tarihte henüz İskandinavya’ya gitmemiştim. Svalbard fikrini bir vesileyle aklıma yerleştiren bu sohbet üzerinden yıllar geçti ve o arada gerçekleştirme imkanı bulduğum sayısız İskandinavya seyahatim bana İskandinavların yer yüzündeki en kibar ve yaşadıkları ortam ile en uyum içinde olan insanlar olduğunu öğretti. Svalbard seyahatine ise artık biraz daha kuzeye, hatta olabilecek en kuzeye gitmeye hazır olduğumu düşündüğümde verdim. Svalbard’ı görmeden önce Dünya’nın sonuna yaklaştığımı en çok hissettiğim seyahatim İzlanda seyahatiydi. Not etmemde fayda var ki – Svalbard Kuzey Kutbu’na Norveç’e olduğundan daha yakın – kendisi 74 – 81 derece eylemleri arasında konuşlanmış durumda.
Svalbard: Yirmi Dört Saat Aydınlık
Svalbard’da Ekim – Şubat arası gökyüzü 24 saat karanlık, Nisan ve Ağustos arası ise 24 saat tamamen aydınlık. Ben Svalbard’a Ağustos ayında 24 saat aydınlık olduğu bir zamanda gittim. Daha önce beyaz gecelerde St. Petersburg’a ve yazın Alaska’ya gitmiş olmama rağmen, 24 saat aydınlığın çok daha farklı bir şey olduğunu söyleyebilirim. Hiç bir zaman gökyüzü alacakaranlık aşamasına dahi geçmiyor, öğlen 2’de hava nasılsa gece 2’de de hemen hemen aynı şekilde. Zaman kavramınız ciddi şekilde kayboluyor.
Svalbard Norveç egemenliğinde olmakla birlikte, 1920 tarihli Svalbard Anlaşması muhtelif ülkelerin dünyanın bu en kuzey yerleşim yerine ilişkin haklarını düzenliyor. Svalvard’a giriş vizeye tabi değil ancak tek uçuş olanağınız Norveç üzerinden olduğu için, her halükarda Schengen vizesi almak durumundasınız. Adadaki tek ticari havaalanı Longyearbyen’da. Longyearbyen, yaklaşık iki bin kişiyle Svalbard’da nüfusun en yoğun olduğu bölge. Eğer yanınızda tüfek taşımıyorsanız Longyearbyen dışına rehbersiz çıkmanız yasak. Tahmin edeceğiniz üzere sebebi kutup ayıları. Longyearbyen’ı çevreleyen bölgelerde ölümle sonuçlanmış sınırlı sayıda da olsa vaka var.
Longyearbye’da Konaklama
Longyearbyen’da konaklama için yaklaşık beş-altı adet otel seçeneğiniz var. Ben tercihimi Basecamp Trapper Hotel’den yana kullandım ve gidecek olan herkese bölgenin atmosferini en güzel şekilde yaşatan otel olduğu için bu oteli tavsiye ederim. Longyearbyen’da günlük yürüyüş ve kano aktivitelerine katılmakla birlikte (ve gerçekten de uzayda yürüyor gibi hissediyorsunuz), benim için Svalbard seyahatimin en heyecanlı noktası Longyearbyen’dan deniz botuyla yaklaşık 2-3 saatte ulaştığınız Isfjord Radio seyahatiydi. Burada hayatımda gördüğüm en güzel ama en yalnız otelde konakladım. Yine Basecamp grubunun sahip olduğu bu otel Norveç ve Svalbard arasında fiber kablolar döşenmeden önce radyo operatörleri tarafından kullanılan bina içine inşa edilmiş. Özellikle İskandinav tasarım anlayışını seviyorsanız bayılacağınız bu otelin bir diğer ilginç özelliği de – otel politikası olarak oda kapılarında kilit bulundurmaması! Eğer İzlanda’ya gittiniz ve sizler de benim gibi dünyanın sonuna gittiğinizi düşünüyorsanız, bir de Svalbard’ı denemenizi öneririm.
Svalbard’da Ölüm Yasağı
Neredeyse atlıyordum – amam unutmayın – Longyearbyen’ın son mezarlığı 70 yıl önce kapatılmış ve Svalbard’da ölmek kanunen yasak. Bu oldukça tuhaf gelen yasağın sebebi ise Svalbard’daki soğuk hava koşullarından dolayı bedenlerin asla çürümemesi ve toprağa karışmaması. Ölüm riski altındaki olan insanlar ana kara Norveç’e naklediliyor. Sebebi ise hava soğukluğundan dolayı bedenlerin asla toprağa karışmaması. 70 yıldan uzun bir zaman önce İspanyol Gribi nedeniyle Svalbard’da yaşamını yitiren Norveçli madencilere ev sahipliği yapan ve dünyanın en kuzey mezarlığı olan Longyearbyen mezarlığı şüphesiz hayatımda gördüğüm en hüzünlü mezarlık.